Translate

4 Temmuz 2012 Çarşamba

25 Haziran 2012 Pazartesi

Budin'in düşüşü NASIL OLDU ?


"osmanlı ordularının ikinci viyana bozgunundan sonra, batı dünyası, türklerin artık savaş gücünün bittiğini, daha doğrusu idaresizliğini anladı. türkleri avrupa’dan atma umutları arttı. avusturya, lehistan, rusya, venedik hükümetleri birleşerek türk sınırlarını geçtiler. on beş yıl uğraş oldu. türk orduları başka başka cephelerde savaşmak zorunda kaldı. bu yüzden arka arkaya başarısızlıklara uğruyordu. bu sırada, kanunî sultan süleyman tarafından alınan ve son son sınır kalelerimizden olan budin’i (macaristan’ın başşehri şimdiki budapeşte) düşman büyük kuvvetlerle sardı (17 haziran 1686). alaman imparatorluğunun doksan bin kişilik kuvvetine karşı budin kalesinde on altı bin türk eri vardı. bir haçlı seferini andıran düşman saldırışları karşısında türk savunması pek kahramanca oldu. yardıma gelen sadrazam süleyman paşa da bir başarı sağlayamadan geri çekildi. pek üstün düşman kuvvetleri karşısında kalenin elden çıkması kesindi. kale her yönden çok sıkı sarılmıştı. 

bu sırada; budin yakınlarında, tuna üzerinde bulunan kız adasında, aralarında kale komutanı abdurrahman abdi paşa’nın haremi de bulunan kadın ve çocukları belgrad’a göndermek üzere hazırlanmış 20 gemi düşman tarafından ele geçirilerek kadınların güzelce olanları düşman ordugâhında haraç mezat satıldı. günlerce süren savaşlar sonucunda, şehrin varoşu düşman eline geçti. temmuz ortalarında cephaneliğe rastlayan bir gülle, binlerce kantar ağırlığındaki barutu ateşleyip, kıral sarayı, ile kalenin büyük bir kısmını yıktı. buna rağmen teslim teklifine karşı çok kanlı çıkışlarla cevap verildi, büyük kayıplar verdirildi. sonunda, 2 eylül’de büyük bir saldırıştan sonra düşman toprakkale tarafından şehre girdi. sokaklarda boğaz boğaza çarpışmalardan sonra, türkler içkalede bâli paşa meydanına çekilip savaşa devam ettilerse de abdurrahman abdi paşa’nın şehit düşmesi üzerine müdafaa sona erdi. başsız kalan türklerden bir kısmı tuna yoluyla kaçmaya çalışırken, esirlerin öldürüldüğünü görenler umutsuz bir durumda geri dönerek silâha sarılıp tekrar uğraşa (mücadeleye) kalkışıyorlardı. budin yanıyor, ahalisi, kadın, çocuk ve ihtiyar ayırt edilmeden boğazlanıyordu. kırımdan kurtulanların sonu yürekler acısı olmuştu; yağmacılar tarafından çırılçıplak soyulan bu çaresizleraçlıktan ve soğuktan yok olup gittiler. ancak, ufak bir kısmı tuna’ya atılarak veya sallara binerek hayatını kurtarmıştı. budin felâketinin gönüllerdeki acısı, yüzyıllarca söylenen “aldı nemce bizim nazlı budin’i ” türküsünde sürüp gitti."
Bizi Google+ üzerinde bulun

Nazlı Budin Türküsü diğer versiyon


Diğer bir varyantı da şöyledir:

ötme bülbül ötme, yaz bahar oldu,
bülbülün figanı bağrımı deldi,
gül alıp satmanın zamanı geldi,
aldı nemçe bizim nazlı budin’i .

çeşmelerde abdest alınmaz oldu, 
camilerde namaz kılınmaz oldu,
mamur olan yerler hep harap oldu,
aldı nemçe bizim nazlı budin’i .

budin’in içinde uzun çarşısı, 
orta yerinde sultan ahmet camisi,
kâbe suretine benzer yapısı, 
aldı nemçe bizim nazlı budin’i .

budin’in içinde serdar kızıyım,
anamın, babamın iki gözüyüm,
kafeste besli kınalı kuzuyum,
aldı nemçe bizim nazlı budin’i .

cephane tutuştu, aklımız şaştı, 
selâtin camiler yandı, tutuştu,
hep sabi sıbyanlar ateşe düştü,
aldı nemçe bizim nazlı budin’i.

serhatlar içinde budin’dir başı,
kan ile yoğrulmuş toprağı taşı,
çerkez alemdar şehitler başı
aldı nemçe bizim nazlı budin’i.

kıble tarafından üç top atıldı,
perşembe günüydü, güneş tutuldu,
cuma günü idi, budin alındı,
aldı nemçe bizim nazlı budin’i.

Budin Türküsü


Budin türküsü olarak da bilinen, temeşvarlı gazi aşık Hasan tarafından yazılmış, okunduğunda insanın içini sızlatan bir türküdür.


budin dedikleri aksuyun başı 
kan ile yuğrulmuş toprağı taşı 
çerkes bayraktar şehidler başı 
geldi küffâr, aldı kale budini
aldı budin kalasını, geçti bedeni.


cephane tutuştu, aklımız şaştı 
selâtin camisi havaya uçtu 
askerin yarısı hep şehid düştü
geldi küffâr, aldı kale budini
aldı budin kalasını, geçti bedeni.


budin’in üstünde doğdu bir yıldız
aldı hayin küffâr on iki bin kız
kimi kadı, kimi müftü, müderris 
aman padişahım, imdad umarız 
imdadsız kalaya imdad bekleriz.


budin dedikleri çepçevre meşe
kurdunu, kuşunu doyurduk leşe
hüngür hüngür ağlar genç ali paşa 
geldi küffâr, aldı kale budini
aldı budin kalasını, geçti bedeni.


budin içinde biz üç kız idik 
altun kafes içre besli kuzuyduk
küffârın eline lâyık değildik
geldi küffâr, aldı kale budini
aldı budin kalasını, geçti bedeni.

24 Haziran 2012 Pazar

“Aldı Nemçe Bizim Nazlı Budin'i”…

“Aldı Nemçe Bizim Nazlı Budin'i”… 


Osmanlı İmparatorluğu’ndan doğup ta Osmanlı eserlerinin bir şekilde günümüze değin ayakta kalabilenlerine, bugün ‘kültür mirası’ sıfatıyla sahip çıkarak, onları koruyan, onaran ve bunların ‘Osmanlı eseri’ olduklarını belirtmekten çekinmeyen tek ülke varsa o Macaristan ; Osmanlı dönemini kompleksiz/önyargısız anan ve bugün de Türklere sempatiyle bakan ulus da Macarlardır.


Macarlarla Akraba mıyız ? Öteden beri Macarlarla akraba olduğumuz söylenir. Türkçe ve Macarca’nın aynı dil grubundan olduğu belirtilir. Akrabalık derecesini bilemiyorum. Tarihçilerin alanına giren bir konu. Ancak akraba olmasak bile Orta Asya’dan bir yakınlık olduğu sanırım doğru. Kendileri ilk krallarının adının Arpad olduğunu söylüyor. Budapeşte’deki ‘Kahramanlar Meydanı’ındaki (Hösek Tere) anıtta yer alan Arpad’ın heykeli Orta Asyalı bir savaşcıya çok benziyor. Atilla çok sık kullanılan Macar ismi. Avrupalılar ‘Macaristan’a ‘Hunların Ülkesi’ anlamına gelen ‘Hungary’ diyor, Macarları da ‘Hungarian’ yani ‘Hunlu’ diye adlandırıyor. Macarlara ‘Macar’ diyen bir kendiler bir de biziz.

Macarca ile Türkçe’nin iki yakın dil olduğunu anlatıla gelir; doğruluk payı nedir, dil bilimcilere sormak gerek. Ancak Macaristan gezim boyunca , Macarca’nın kulağıma gelen ses yapısı, bana Azerice-Farsça’yı andırdı: ‘ü’ler, ‘ş’ler bol miktarda kullanılıyor; ‘menim, menem, mene’ gibi ekler çok.. ‘Akrabalık’ var diye anlaşabileceğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz . Ama kaldığım otelin danışmasındaki görevli genç adam, pasaportuma bakıp Türk olduğumu görünce bana ilk söylediği aynen şu cümle oldu “ Bir küçük elma “ ne demek?.. Bu cümle her iki dilde de aynı anlamda kullanıyor. Ayrıca “ şapka, lamba, kapu, elma/alma” gibi onlarca ortak sözcük var ama bunlar Orta Asya’dan değil, Osmanlı’dan kalma…

Macarlar Türkleri neden sever? Bu soruyu , yıllar öncesinde tıp öğrencisiyken otostopla Avrupa’yı gezdiğim dönemde Londra’da bir Musevi’nin kumaş deposunda çalışırken tanışıp arkadaş olduğum ; 1980’deki ilk Macaristan gezimde evinde konakladığım ; bu gidişimde de arayıp bulduğum Musevi asıllı Macar tarihçisi arkadaşıma sorduğumda şöyle anlattı:

“Macarlar diğer Balkan ülke haklarına kıyasla, Osmanlı dönemini, kötü ve olumsuz şekilde anmazlar. Aynı yaklaşımı Osmanlı’nın hüküm sürdüğü diğer Balkan ülkelerinde resmi düzeyde görmeniz pek mümkün değildir .Örneğin, bugün Macaristan’da, Osmanlı Ordusunun Macar Ordusuna karşı mutlak zafer kazandığı iki savaşın olduğu Mohaç ve Zigetvar kasabalarında bu savaşın anısına yapılmış parklar vardır. Bu parkların Mohaç’ta olanında Kanuni’yi temsil eden sembolik heykel, Zigetvar’dakinde ise Macar Komutan Miklos ile birlikte Kanuni’nin büstü yer almaktadır. Bu parkın adı “Türk-Macar Dostluk Parkı’dır. Macarların Osmanlı’yı iyi anmasının başlıca nedenleri şunlardır: a) Macaristan, Osmanlı yükselişinin tepe noktasında, İkinci Viyana Kuşatması’nın (1683) hemen ertesinde Osmanlı’dan koptu. Osmanlı Macaristan’da idari ve bayındırlık açısından olumlu izler bırakarak ayrıldı. Hamamları bugün bile kullanılıyor. b) Macaristan Osmanlı’dan kanlı bir bağımsızlık isyanı ile ayrılmadı. Viyana’dan sonra Osmanlı’ya karşı oluşan ‘Kutsal İttifak’ ordularınca Osmanlı’dan koparıldı. Bu ittifak içinde yer alan Macar Prenslerinin yanı sıra Osmanlı’dan yana olan ona destek çıkan Macar Prensleri de vardı (örnek: İmre Tökeli). c) Osmanlı’dan sonra Macarlar bağımsız olmadı. Avusturya tarafından işgal edildi ve ‘Avusturya –Macaristan İmparatorluğu’ kuruldu; kurulmasına ama Macarlar yönetimde söz sahibi olamadılar, Avusturyalılar Macarları hep ‘küçük gördü’. d) Bu durum, 18 ve 19. yy’da Macarların Avusturyaya karşı bağımsızlık mücadelesine yol açtı. Başarısız kalan her iki mücadelenin iki önderi Rakoçi ve Kossut Türkiye’ye sığındı”…

Yola çıkış : “ Türk’ün gönlünde nehir varsa Tuna’dır “.. Sırt çantamı raftan indirdim. İçine iki parça giysi ve her daim bekleyen temizlik torbamı koydum. Paramı üzerimdeki muhtelif zula çeplerine dağıttım. Pasaport ve biletimi boynumda muska gibi asılı duran seyahat kesesine yerleştirdim.Yeşilköy’e doğru yollandım. Öğleden sonraki uçuşları severim. Hem havaalanına ulaşımı telaşsız ve havaalanının kendisi nispeten sakin oluyor. Bu seferki hedefim Macaristan; özellikle de Budapeşte ve Estergon.. Yahya Kemal “ Türk’ün gönlünde nehir varsa Tuna’dır; dağ varsa Balkan’dır “, der. Tuna, Almanya’nın güneyinde Kara Ormanlarda, Konstanz gölü yakınlarında küçük bir kasabadan, üstelik te ‘havuz irisi’ bir kaynaktan doğar. Sonra giderek görkemlenir, çoşkulanır ; Avrupa’yı batıdan doğuya baştan başa geçerek 2840 km yol gider... Tuna Viyana’ya girdiği noktadan, Romanya’da Karadeniz’e döküldüğü deltaya kadar geçtiği her yerde, Osmanlı’nın izini, anısını; Türk’ün zaferini, kederini; sevincini üzüntüsünü beraberinde taşır. Örnek mi istersiniz; bakın ; Macaristan: Yanıkale (Gyor), Komaron, Estergon, Budin, Mohaç; Sırbistan: Belgrad; Bulgaristan-Romanya sınırını oluşturan kıyı boyunca Vidin, Niğbolu (Nikopol), biraz güneyde Plevne , Ruscuk (Ruse), Silistre ve daha niceleri.. Tuna bir çok şiire,türküye, marşa konu olmuştur. Gazi Osman Paşa’nın 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı/ ’93 Harbi sırasındaki Plevne savunmasını üzerine yazılan marşın “ Tuna nehri akmam diyor, etrafımı yıkmam diyor” sözlerini yaşı 50’nin üstündekiler hatırlar ; ya Nazım Hikmet’in dizeleri:

“ Tuna’nın suyu olaydım Kara Orman’dan doğaydım Dolanaydım, oy dolanaydım “ Bunların içinde Budin’in (bugünkü Budapeşte) hem tarihte hem gönülde ayrı bir yeri vardır. Osmanlı’da İstanbul, Bursa, Edirne’den sonra en sevilen şehir Budin’dir. Çok sevildiğinden halk arasında ‘Nazlı Budin’ olarak anılırdı.

Kanuni Macaristan topraklarına 1526 Mohaç zaferiyle adım atar, ancak Budin’deki gerçek hakimiyeti 1541’de olur . Kanuni Budin’i alınca halktan askerin zulmettiği şikayeti kendisine ulaşır. Sultan hemen duruma müdahale eder. Budin sarayının duvarına kendi elyazısı ile şu beyiti yazdığı söylenir: “ Gaziler meskenidir, bunda(burada) bey’im gayrulmaz (kimse kayrılmaz) Bunda (burada) zulmedenin akibeti hayrolmaz (hayırlı olmaz)”

Budin Var (Budapeşte Kalesi , Var: Macarca ‘kale’ ) Tuna’nın Peşte yakasında kaleye baka baka yürüyorum. Aylardan ağustos. Macar ovası yanıyor, termometre 35’i gösteriyor. İnsanlar kadını erkeği şortla, tişörtle dolaşıyor. Kimsenin kimseye aldırdığı, dönüp baktığı, ilgilendiği bile yok. Kendi halinde, sessiz, sakin bir millet Macarlar. Belleğimde Nazım Hikmet’in dizeleri, önümde bulanık akan koca nehir… “ Havalandık Pırag’dan indik Budapeşte’ye Kuş olmak güzel şey Hatta bulut olmak, Ama ben memnunum insan olmaktan…”

Budapeşte’ye bu ikinci gelişim. İlk gezimi 12 Eylül’ün hemen sonrasında 1980’de yapmıştım. Sirkeci’den gece bindiğim Belgrad treni sabah Edirne’ye varabilmiş, Kapıkule’de Türk pasaportlu tüm yolcular aşağı indirilmişti. Polis karakolu önünde uzun bir kuyruğa girmiştik. Polis önündeki liste ile pasaportlarımızı karşılaştırıyor, “kaçak” arıyordu. 2 saat sonra tren Bulgar topraklarına girdi.. Budapeşte o yıllarda bile “sosyalist rejim” tablosundan taşan görüntüler taşıyordu. İnsanların giysileri daha renkli sayılırdı; vitrinler daha zengin, sokaklar daha canlı, insanlar daha bakımlı görünmüştü.. Evinde konukladığım Macar tarihçi arkadaşım mahalle karakoluna gidip evinde yabancı misafiri olduğunu bildirmişti. Aynı tarihlerde Prag’da yabancının evlerlerde konuk olması yasaktı. Çekoslavakya’dan ayrılırken sınır polisi otel damgalarını tek tek saymıştı!..

Budapeşte’nin simgelerinden “Zincirli Köprü”ye ulaştım. Köprünün asıl adı : “ Szechenyi (Zeçenyi) Köprüsü”. Adını, köprüyü yaptıran Macar Kontu’dan alıyor. Tuna üzerindeki ilk asma köprü. Yapım yılı 1849. Her iki başta aslan heykelleri duruyor; her iki yakadan zincirlerle denge sağlanıyor. Kont Zeçenyi, Macaristan’ın Avusturya’dan bağımsızlığını savunuyor.Tutuklanıyor, gözaltında intihar etti deniyor!. Oğlu Ödön Avusturyalılardan kaçıp İstanbul’a sığınıyor. “ Zeçenyi Paşa” adı altında İstanbul İtfaiyesi’nin başına geçiyor.

Köprüyü geçtim. Buda yakasındayım ve ağır ağır Buda Var’a ,yani Budin Kalesi’ne tırmanıyorum. Tarih peşimi bırakmıyor!!

“budin’in içinde serdar kızıyım anamın, babamın iki gözüyüm

 kafeste besili kınalı kuzuyum

aldı nemçe (Avusturya) bizim nazlı budin’i …

kıble tarafından üç top atıldı perşembe günüydü

güneş tutuldu cuma günüydü budin alındı

aldı nemçe bizim nazlı budin’i

Uzun bir türküdür. Budin’in kaybının gönüllerdeki figanıdır. Asker şair Aşık Gazi Hasan’a ait olduğu ileri sürülür. Tarihte her imparatorluğun bir kırılma noktası vardır, Osmanlı’nınki de II. Viyana kuşatmasıdır (1683). Hıristiyan Avrupa ilk kez Osmanlı’nın yenilebileceğini (!) anlamıştır. “Ne yapsak da Osmanlıyı durdursak” diyen Haçlı zihniyeti aradığı fırsatı bulmuştur. Papa XI. Innocentus’un organize ettiği ‘Kutsal İttifak’ ordusu Viyana’nın ardından Osmanlı topraklarına saldırır. İlk önce, Evliya Çelebi’nin “bundan ileride serhat kalemiz yoktur” dediği ‘subaşı durağımız’ Osmanlı’nın en kuzeybatı noktası Estergon düşer. İmparatorluğun en batı noktası Kanije (Macaristan’da Balaton gölünün güneyine düşen ve bugün Nagykaniza adıyla anılan kasaba), en kuzey noktası da Uyvar’dır. Uyvar, bugün Slovakya toprakları içinde kalır, Estergon’un kuzeyine düşer, Uyvar diye aramayın,bulamazsınız Slovakça adı Nove Zamky’dir. Bir dönem Avrupa siyasi sözlüğüne giren “Uyvar önündeki Türk gibi” sözü buradan gelir ve ‘bir amaç uğruna inatçı-kararlı duruşu’ tanımlamak için kullanılırdı!

‘Kutsal İttifak’ ordusunun başında Fransız, Loren dükü V.Karl vardı ( Bugün UEFA’nın başındaki Fransız eski futbolcu Platini de bir Lorenlidir. Aman dikkat! ). Orduda hangi millet yoktu ki:Avusturya, Alman, Lehistan (Polonya),Rusya,Venedik, Macarların katolik olan prenslikleri, hepsi bir araya gelmiş Osmanlı’yı Avrupa’nın dışına itmeye çalışıyordu. Gerileme 1699 Karlofça anlaşmasına kadar sürer. Osmanlı ilk kez toprak kaybediyordur!

Estergon’un ardından Uyvar düşer. Sıra Budin’e gelmiştir. Yıl 1686’tır, Viyana beri sadece 3 yıl geçmiştir. Budin 1684’teki ilk kuşatmayı püskürtür.1686 kuşatmasına 3 ay kahramanca direndikten sonra yardım-erzak gelemediğinden düşer. Son Budin valisi ve komutanı Abdurrahman Paşa elinde kılıç şehit olur.

“145 yıllık Türk egemenliğinin (dikkat buyurun Avrupalı Osmanlı ve Türk’ü eşanlamlı kullanıyor NP’nin notu) son Budin valisi Abdurrahman Arnavut Paşa, bu yerin yakınında 1686 eylül ayının 2.günü öğleden sonra yaşamının 70. yılında maktul düştü. KAHRAMAN DÜŞMANDI. RAHAT UYUSUN”…

Paşanın kabri bugün Buda kalesinin batı ucunda (ki burası hala ‘Beçkapu’, Viyana kapısı olarak anılır) durur, Macarların bir kadirşinaslık örneği olarak korunmuştur, ‘yiğide vur, hakkını ver’ misali mezar taşında ‘Kahraman düşman’ yazılıdır. Mezar taşında, eski-yeni alfabe ile Türkçe ve Macarca yukarıdaki yazı yer alır. Ancak bu kitabenin tam tarihçesini bulamadım ama Osmanlı-Macar ilişkilerin düzeldiği 19. yy’dan kalması muhtemeldir. Çünkü ‘Kutsal İttifak’ ordusu Budin’i alınca taş üstüne taş bırakmaz. Sağ kalan Türkleri ve Türklere yardım etti diye Yahudileri kılıçtan geçirir. Onlarca cami, mescid, medrese, çeşme gibi tüm Osmanlı eseri yerle bir edilir. Gellert Tepesi altında yer alan ve yakınlarda ‘Rudas’ adıyla onarılıp açılan Sokullu Mehmet Paşa Hamamı, kale altında yer alan eski adıyla Aslanbey, Macarların deyişi ile Kıral (Kirali) Hamamı ( bugün bile kullanılmaktadır) ; 16 yy’da yaşamış ‘Gül Baba’ adıyla anılan Cafer Ağa isimli bektaşi dervişinin türbesi, kale ile türbe arasındaki arazide bulunan ‘Akıncılar Mezarlığı’ diye anılan bir grup Osmanlı mezar taşı , Buda’da Osmanlıdan günümüze varabilmiş başlıca eserlerdir. Buda’nın Gellert tepesi ile Kale arasında çukurda kalan düz alan Türklerden kalan isimle anılır: Taban .. Macaristan’da ‘Török’ (Türk) soyadı yaygıncadır. Osmanlı döneminden kalan ve Macarlaşan Türkler olabileceğini düşünürdüm; Musevi asıllı Macar tarihçi arkadaşıma göre, bu soyadını taşıyanların çoğunun kökeninde Musevilik varmış. Musevi kimliğini gizlemek için soyadlarını ‘ Török (Türk)’ yaparak Macaristan’da varlıklarını koruyabilmişler.

“Estergon Kalesi Subaşı Durak”

Estergon, Budapeşte’nin 60 km kuzeybatısında yer alır. Tuna burada bir kıvrım yaparak güneye iner. Tam karşısı Slovakya’dır. Biraz ötesi Uyvar’a çıkar. Bahar ve yaz aylarında Budapeşte ile Estergon arasında küçük nehir vapurları çalışır. Sabah saatiydi. Bunlardan birine bindim. Küpeştede rüzgara karşı kuytu bir köseye kuruldum. Yüzümü suya döndüm. Vapur akıntıya karşı ağır ağır ilerlemeye koyuldu. Dünya ile ilgimi kestim.Hiç konuşmadan, hiç düşünmeden belleğimi ve gönlümü Tuna ile bütünleştirdim. Her iki kıyının yeşilliğine ve korunmuşluğuna hayran kaldım. Özendim, imrendim, hayıflandım. Tek bir yapılaşma, zerre kadar çirkinlik göremedim. İster istemez ,“ garba varıp da beldeler, kaşaneler gören; viranelerden bezmiş” ruh haline büründüm. Yolda daha doğrusu nehirde birkaç yere uğradık. Bunların en kayda değeni Visegrad . Burası da bir vakitler önemli bir Osmanlı kalesiydi. Kale tepede bugün de duruyor .

Budapeşte’den yola çıkalı 5 saati bulmuştu, uzaktan Estergon kalesi gözüktü. Kalenin duvarları sağlam kalmış ama asıl görkemi şatafatlı iri mavi kubbesiyle Estergon Katedrali oluşturuyor. Katedral 19.yy yapımı; Macaristan Katolikliğinin merkezi. Kalenin köşesinde Papa’nın Estergon’u kutsayan bir heykeli yer alıyor. Kalenin altında şerifesi ve külahı olmayan bir minaresiyle ‘kültür mirası’ olarak onarılmış küçük bir cami duruyor.Adı, ‘Hacı İbrahim Camisi. Onlarca Osmanlı eserinde bugün ayakta kalabilen tek eser bu. Camiye bitişik bir alanda; kemerleri ortaya çıkmış, caminin eki olabilecek bir başka Osmanlı eserinin kazıları sürüyor.

Tuna Estergon’da bir başka güzel.Kıyıda ulu çınarlar dallarını suya eğmiş; çınardan bir tünel olmuş.Nehir boyunca saatlerce yürünebilecek yaya ve bisiklet yolları var. Ben de saatlerce yürüdüm. Birkaç bisikletli dışında kimseye rastlamadım. Dinginliğin, iç huzurunun, doğanın egemen olduğu güzelliğin keyfini sürdüm. Estergon akıncılarını saygıyla andım:

“ Estergon kalesi subaşı kale göklere ser çekmiş burçlar hele biz böyle kaleyi vermezdik ele AKMA TUNA AKMA BEN BİR DERTLİYİM ESTERGON’U VERMİŞ KARA BAHTLIYIM”…

Tarihten dip notları: 1- İmre Tökeli ismi İzmit’te tekrar hatırlanır oldu. Büyükşehir Belediyesi eski kağıt fabrikasının memur evlerinden birini, Seka Park’ta, İmre Tökeli adına anı evi olarak düzenledi.Yaşadığı Aslanbey-Karatepe köyünde anıt yaptırdı. Abdülhamit dönemine kadar bugünkü Hürriyet Caddesi’nin adı ‘İmre Tökeli Caddesi’ idi. Meşrutiyet’ten sonra Hürriyet’ oldu. Türkiye iki Macar milliyetçisine daha ev sahipliği yapmıştır. Biri Rakoçi’dir. 18 yy başında Avusturya’ya ayaklanmış,başarılı olamayınca Osmanlı’ya sığınmıştır. Tekirdağ’da yaşamıştır. Evi müzedir. Diğeri 19 yy’da, metinde adı geçen Zincirli Köprü’yü yaptıran Szeçeni’nin dönemdaşı Kont Kossuth’dur. O da bir süre Kütahya’da yaşamıştır.

2- Cumhuriyet döneminde Türkiye’de misafir olan en bilinen Macar , Bela Bartok’tur. Ünlü klasik müzikçi, Atatürk’ün davetiyle konservatuarı oluşturmak için Ankara’da çalışmıştır. Budapeşte’nin güzel caddelerinden birinin adı Bela Bertok’tur.

3- Türkçede bugün sıkça kullanılan Macarca bir sözcük var:’Varoş’. Varoş Macar dilinde ‘kentin dış mahallesi’ anlamında kullanılıyor; bizde ise ‘gecekondu’ anlamında 70’lerde dilimize girdi.

4- Budapeşte şehir mezarlığında 1.Dünya Savaşında Ruslara karşı açılan Galiçya (Bugünkü Polonya’nın güneyi) cephesinde şehit düşen binlerce Mehmetçikten kalma şehitlik var.

5- Macarlar 1956 yılında Sovyetlere baş kaldırdı.Başbakan İmre Nagy öncülüğündeki ‘Macar İhtilali’ni, Sovyetler kanlı bastırdı. 20 bin kişi öldü.Komunist dönem ülkede 90’da sona erdi.Macarlar o dönemden kalan Sovyetik heykelleri Budapeşte dışında bir parkta sergiliyor;Lenin ve Stalin’in heykelleri ‘Komunist diktatörlüğün hayaletleri’ adıyla tanıtılıyor’…

6- Kanuni Budin’e ilk kez 1526’da Mohaç zaferinden sonra girer. Şehri kendine ‘biat eden’ (bağlanan) Macar kralı Zapolya’ya bırakıp ayrılır.Daha sonra camiye çevrilen Budin Kalesinin görkemli yapısı Mathias kilisesinden aldığı şamdanları İstanbul’a getirir ve Ayasofya’nın mihrabının iki yanına yerleştirir.Kanuni’nin sadrazamı (aynı zamanda damadı) ‘İbrahim Paşa’ (Damat İbrahim Paşa / daha sonra Kanuni tarafından boğdurulur), Budin’den getirdiği Apollon ve Herkül heykellerini Sultanahmet Meydanı’ndaki sarayının önüne koyar. Saray bugün Türk-İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır. Halk, heykelleri benimsemez, sadrazama ‘gavur’ lakabını takar.Devrin şairi Figani sadrazamı şu beyitle yerer: “Bu cihana iki İbrahim geldi; biri put yıktı, biri dikti”..

7- Son bir not ta tıp dünyasından. Budapeşte’nin eski ve Orta Avrupa’nın ünlü tıp fakültesinin adı Semmelweis’tır. Semmelweis 19.yy ortalarında yaşamış Macar hekimidir. O yıllarda henüz ‘mikropları varlığı’ bilinmiyordu. Doğumlar çıplak elle yapılıyordu. ‘Lohusalık humması/puerperal sepsis’ denilen doğum sonrası enfeksiyondan çok sayıda kadın hayatını kaybediyordu. Semmelweis, doğuma girmeden ellerin sabunla yıkanmasının bu hastalığı önleyebileceğini ileri sürdü (1847). Zamanında tam kabul görmese de uygulamayla doğum sonrası bu tür anne ölümlerinin azaldığı görüldü. ‘Mikrop kavramı’, Semmelweis’ten sonra, 1860’larda Pasteur (Pastör) ve Koch tarafından ortaya atılacaktı.

NAZLI BUDİN


Dost ve kardeş Macaristan’ın ortasında, Tuna nehri’nin üzerinde iki büyük ve güzel şehir vardır. Budin ve Peşte. Budin nehrin sağ kıyısındadır. Nehrin öteki yakasında ki şehir Peşte’dir. Bu iki şehir 19. yüzyılda birleşmiş, Budapeşte adıyla Macaristan’ın başşehri olmuştur. 1526 yılında kazanılan Mohaç Meydan Savaşından sonra Osmanlı-Türkleri Budine gelmişler, şehri fethetmeyip Macarların idaresine bırakmışlardı. Ancak, takip eden yıllarda özellikle Nemçelilerin ağır baskıları, bazı Macar beylerinin Osmanlıya baş kaldırmaları gibi nedenlerle sık sık muhasara edilmiş, devlete maddi ve manevi zararlara neden olmuştu. Bu gidişatı düzeltmek için Kanuni Sultan Süleyman 1541 yılında şehri bir oldu bitti ile zapt ederek Budin’e bir beylerbeyi atadı ve Macaristan’ı bu beylerbeyine bağladı.


Bağdat valisi Ramazanoğullarından Uzun Süleyman Paşa Budin’e Mir-i Miran yani mareşal rütbesiyle 1541 Eylülünde ilk beylerbeyi olarak atandı. Uzun Süleyman Paşa bu görevde Şubat 1542 yılına kadar kaldı.
Eyaletin kuruluşundan elden çıktığı tarihe kadar 68 paşa beylerbeyi olarak Budin’i yönetti. Budin’in son beylerbeyi ise Arnavut Abdurrrahman Abdi Paşa’dır. (Kasım 1684 - 2 Eylül 1686) Mezarı bugün hâlâ Budin kalesi içindedir.
Osmanlı Devletinde İstanbul, Bursa ve Edirne’den sonra en sevilen şehir burasıydı. Çok sevildiği için adına “Nazlı” denmiştir. Nemçeliler buraya Ofen, Türkler Buda, Budun, Budim ve en yayğın ismi ile Budin derler. 
Evliya Çelebi’nin yazdığına göre Türkler Budin’de 25 cami, 47 mescid, 12 medrese, 16 mektep, 10 tekke, türbe, 2 hamam, 9 han, 8 ılıca, 24 mahalle, 75 sebil, 3500 ev, 1 çeşme, 1 baruthane, 1 saat kulesi, 1 bedesten inşa ettiler. Ancak, daha sonraki yıllarda Avusturyalılar bunları yıktılar. Kadirbilir Macarların gayretiyle bunlardan birkaçı bugün durmakta ve Macarların kültürel zenginliğine zenginlik katmaktadır. Gül Baba Türbesi gibi..



Budin 150 sene bir Türk şehri olarak kalmış ve 2 Eylül 1686 da kaybedilmesi büyük üzüntü uyandırmıştır. Budin’in kaybı dolayısıyla asker şairlerden Gazi Aşık Hasan’ın yazdığı iki türkü bugün bile Türk Milleti üzüntüye boğmaktadır.
“Ötme bülbül ötme, yaz bahar oldu,
Bülbülün figanı bağrımı deldi,
Gül alıp satmanın zamanı geldi
Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i”
Budin hakkında en geniş bilgiyi Evliya Çelebi vermektedir. Bu bilgileri birkaç bölüm halinde sunarak ecdadımızın ruhlarını yadediyorum. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre:
MACAR HÜKÜMET MERKEZİ OLAN SAĞLAM VE MÜSTAHKEM BUDİN KALESİ

“Lâtin ve Macar târihçilerine göre Peygamberin doğumundan 782 sene evvel yapılmış ve nihâyet Macar pâyitahtı olmuştur. Süleyman Han, Belgrad kalesini alınca, Macarlar bütün kuvvetlerini Budin kalesini sağlamlaştırmaya sarfettiler. Ve her taraftan imdat isteyüp, Budin muhafazası içün yüzbin asker, hazırladılar. 932 (1525) senesinde Süleyman Han, üçüncü seferinde Mohaç sahrasında, Macar Kralı Lâyoş’u bozguna uğratıp, Serdar – ı Ekrem İbrahim Paşa, Kurban Bayramının üçüncü günü Budin kalesini kuşatıp, amana mecbur etti, ve anahtarlarını getirenler ile beraber Foldvar kalesi altındaki Süleyman Han’a gönderdi. Süleyman Han derhal Budin altına gelip, şehir halkına aman verdi. Ve kalenin zaptı ile hazineye muhafazası içün onbin asker gönderdi. Ertesi gün büyük alay ile Budin’e girince gördü ki, bu kaleyi gözler görmüş değil... Çarşı pazarı kat kat ve ferah, evleri sanatlı ve murassa’, sokakları geniş mermer döşeli... Sonra kral sarayına girüp, yedi saat seyrettikten sonra buyururlar ki, 
“ Ah nolaydı, bu saray İstanbulumuzda, Sarayburnu’nda olaydı. “

Sonra kral sarayına girdi, gördü ki, paranın haddi hesabı yok.
“Allah ile ahdım olsun, bu gaza malı ile Kudüse ve medine’ye birer kale yaptırayım ve İstanbul’a kemerlerle su getireyim.” buyurdu. Sonra hazineden çıkarken bir levha gördü. Alıp, üzerindeki yazıyı tercüme ettirince Macar kralının şu vasiyetinden haberi oldu:
“ Ey buraya benden sonra mâlik olup, ayak basacak olan kimse ! Beni hayır duadan unutma. Adım içün hayırlar yap ve ocağımı söndürme ! Oğlum Yanoş’u kral yap. Beni ve oğlumu İstolni Belgrad’a göm. Çok kale al ve sen de bu Almanda benim gibi ol. Ben ki, bütün bilgilerle meşhur ve zamanın teki Lâyoş kralım, (Laslo) kralın oğluyum, anam Galya kralının kızı (Aneason) dır. Ocağımı söndürme, ruhullah olan İsâ da senin ocağını söndürmesin. “
Süleyman Han, hayrette kalıp, Lâyoş kralın bataklıkta olan cesedini İstolni Belgrad’a gömdürerek üzerine turna telleri ve şâhin cıgaları gönderüp, diktiler.
“ Tiz kral oğlunu getirsinler ! “
diye ferman edince, Lâyoş kralın karısı (Hamedya) adlı kraliçe sırmalara bürünmüş olarak geldi. Amma başına siyah matem tülleri sarmış ve kendisi de sararmış solmuş. Sağ eline oğlu Yânoş’u, alıp, Süleyman Han’ın huzurunda şunları söyledi.
“ Bunun babasını öldürüp, mal ve müikünü almak hüner değildir. Şehinşâh ve imparatorlar arasında pâdişahlık odur ki, bey ve fakir herkese ve yetimlere merhamet edeler. Al imdi kendi öksüz garibini !” diye çocuğu Süleyman Han’ın önüne bırakıp, kendisi de geride durur. Süleyman Han bu genç çocuğu görmekle merhameti çoşup, gülâmı yakasından geçirerek mânevî oğul edinir. Budin krallığını kendisine verüp, annesini de kral kızı olduğu içün kaleye nazır ve Macarların büyüklerini de vezir eder. Bütün divan erbabına bu iç kalede bir büyük ziyafet çeküp, gaazilerin büyük ve küçüklerine rütbelerine göre birer kıymetli hil’at giydürüp, memuriyette veya azledilmiş olan beyler ve beylerbeylere büyük rütbeler ihsan eder. Bütün bu olanları bize merhum babamız anlatmıştır. ( Macar bilginlerinden Dr.Karaçson’a göre: Evliyâ Çelebi’nin anlattığı gerçektir. Ama naklettiği vak’ada adı geçen kimselerin isimleri yanlıştır. Süleyman Hân’ın himâyesini isteyen Macar kralı Yanoş idi. Bunun karısı kraliçe İzabel ve oğlu Yanoş Jigmond idi. Yanoş kral ölümünden evvel yetim çocuğu Yanoş Jigmond için Süleyman Hân’ın himâyesini rica etmiştir.)
Ziyafetten sonra Süleyman Hân Lâyoş kralın hazinelerini, yedibin adet derilere sarılı sandıklara doldurup, bir çok cephâne ve ibrete değer eşyayı, murassa tahtları, yüzlerce muerassa pencere kapaklarını ve kapıları, tunçtan yapılmış altınla cilâlanmış melâike suretlerini, tunçtan eski kral resimlerini, ve el’an İstanbulda Ayasofya câmii mihrabının sağ ve solunda bulunan cilâlı şamdanları ve nice bunun gibi ibret verici eşyayı yerlerinden koparıp, gemilerle İstanbul’a gönderir. Temaşa etmek içün At Meydanına korlar. Budin’nin nice balyemez toplarını da Belgrad kalesine gönderirler. Hiristiyanlardan, Yahudilerden ve diğer bilginlerden ve reâyadan üçbin kadar adamı İstanbul’a gönderip, Galata, Yedikule ve Hasköy’de evler verip, oturttu.
Yânoş kralın yanına, Budin’i muhafaza için yirmibin asker koyup, kendileri, saadetle Tuna köprüsünden geçerek Peşte sahrasında durdular. Kemal-zâde Ahmet Efendi, Ebüssuud Efendi, Kadı-asker şairler sultanı Bâki Efendi ile konuşup, düşman bir daha bu kale dibine tama etmesin diye yukarı kalenin içine yetmiş seksen yerden ateşler vurup, berbad ederler. Bugün dahi harab taraflar vardır. Bizi Google+ üzerinde bulun